Zincirleme Bir Okuma Serüveni

2015 yılının bahar aylarıydı. Bir mail grubunda bir arkadaş “Bu sene Çanakkale Harbi’nin 100. yıl dönümü. Ben bu sene Çanakkale ile ilgili ne bulursam okuyacağım” diye yazdığında, ben de kendi kendime, “çok mantıklı, bende yapayım” dedim. Hep okuyan, okumayı seven bir insandım ama, hayatımda ilk kez, yaklaşık 9 ay sürecek olan bir okuma serüveni işte böyle basit ama temel bir motivasyon ile başlayacaktı. Çanakkale ile başlayacak, çerçeveyi halka halka genişletecek, 9 ayda 9 kitap ve birçok makale okuyarak dönemi ve başroldeki ana kahramaları tanıyacak, ama en önemlisi bugün üzerinde yaşadığımız vatanımızın kıymetini anlayacak ve onu borçlu olduğumuz insanlara şükran ve vefa duyguları ile dolacaktım.

Kitap fuarının devam ettiği bu günlerde çoktandır beklettiğim bu yazıyı sunarak, dönem okuması yapacak kişilere belki bir ışık tutabilmeyi ümid ederim.

Neden?

Öncelikle, Çanakkale savaşı başlı başına insanı cezbeden bir konuydu. Görkemli bir zafer. Parça parça bilgilerim vardı ama olayın bütününe hakim değildim.

M. Kemal Atatürk’ün Çanakkale zaferinde önemli payı olduğunu biliyor, ama tam olarak ne yaptığını ve bunun neden önemli olduğunu bilmiyordum.

Son olarak, hep övündüğümüz görkemli Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve bu çöküşten yeni bir devletin doğuşu, her yönü ile okunmaya-araştırılmaya ve anlamaya değer bir şeydi.

İlk okuldan üniversite sıralarına kadar basma kalıp bazı bilgiler ile doldurulmuş, çevremden ve kulaktan kulağa döneme dair bazı gayrı-resmi anekdotlar duymuştum. Bunların tamamı ne bütün bir resim ve algı oluşturuyor, ne de sağlam neden-sonuç ilişkileri kurdurtamıyordu.

Nasıl Gelişti?

Öncelikle Çanakkale hakkında internetten ve bazı basılı materyallerden ne bulursam okumaya başladım. Ancak kısa zaman içinde bir metodolojiye ihtiyacım olduğunu anladım. Şu esaslarla devam etme kararı aldım:

– Okumalarım iki ayrı perspektiften olmalıydı. Birincisi, bizzat o günleri yaşamış kişilerin dilinden-hatıralarından okuyarak dönemin hissiyatını hissetmeliydim . İkincisi ise olaylara günümüzden geriye doğru geniş perspektiften bakarak olay ve sonuçları kavramalıydım.

– Okurken, dönemin ana karakterlerini dikkatlice takip etmeli, yaşamlarını ve olayları etraflıca araştırarak tarihe kişisellik kazandırmalıydım. Tabiri caizse, başrol oyuncularına özel önem vermeliydim.

Kitaplar

Türkiye’de 5 Sene – Liman Von Sanders

Birinci kitabım, Çanakkale cephesini, bizzat cephe ve ordu komutanı Liman Von Sanders’in “Türkiye’de 5 sene”  isimli anı eseriydi. Başlangıç adımı Çanakkale Savaşları olacaksa bizzat cephe komutanının hatıralarından daha doğru ne olabilirdi. Liman Von Sanders standart bir Alman generali. 1.Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce (Almanya ile İttihad ve Terakki liderleri arasında yapılan gizli bir savaşa birlikte girme anlaşması neticesinde) yaklaşık 100 kişilik bir kurmay grubuyla, görünürde Osmanlı Kara Kuvvetleri denetimi görevi ile İstanbul’a geliyor. Çanakkale savaşı başlamaya yakın da ordu komutanı olarak atanıyor ve göreve başlıyor. Türkiye’deki son aylarında ise Yıldırım Orduları Grubu komutanı olarak atanıyor. Dünya savaşının bitmesi ile tutuklanarak Malta’ya sürgün ediliyor. Bu kitabı da Malta’da bulunduğu dönemde (yaklaşık 1 yıl) yazıyor. Hatıratın özellikle Çanakkale ile ilgili günlük ve detaylı bilgiler içerdiğini söylemeliyim. Bu kitaptan çıkardığım bazı ilginç sonuçlar:

  • Liman Paşa!, İstanbul’a Osmanlı Kara Kuvvetleri baş denetçisi olarak geldiğinde, burada yine bir İngiliz kurmay heyeti deniz kuvvetlerimizi denetliyor!, bir Fransız heyet de jandarma birliklerimiz için aynı görevi yapıyor. Yani henüz savaş başlamadan, ordumuzun tamamı dış güçlerin denetimi ve eğitimi altında. Özellikle Alman ordusu ile Osmanlı ordusunun çok daha uzun dönemli birlikte çalışma geleneği bulunuyor.
  • Savaş başladıktan sonra diğer heyetler çekilirken, Alman kurmay subayları sürekli artıyor ve ordumuz içinde birçok önemli görevler alıyorlar. Neredeyse her kolordunun ya komutanı yahut da kurmay başkanı Alman. Almanya’dan ayrıca muharip olmayan birçok birlik de saflarımızda savaşa katılıyor. Bunlar daha çok; istihkam, lojistik, sağlık vb destek askerleri. Bizimle birlikte omuz omuza savaşan ve ölen birçok Alman subay olduğunu öğrendim. Almanya’dan bunun dışında önemli miktarda araç, malzeme, cephane, para desteği de alıyoruz.
  • Bu kitabı okurken Mustafa Kemal’e özellikle dikkat ettim. Liman paşa kitabı yazdığında henüz Atatürk dünya siyaset sahnesine çıkmış değildi. Bu sebeple herhangi bir subjektif yorum olamazdı. M. Kemal, Çanakkale savaşının başında (henüz yarbaydır) ve sonunda savaşın kaderini değiştiren iki önemli hamle yapıyor:
    • Birincisi, çıkartmanın ilk gününde, beklenmeyen bir sahilden çıkan düşman bir mukavemetle karşılaşmadan yarımadanın içine doğru ilerliyor. M.Kemal aslında ihtiyat birliğinin başında, yani düşmanı ilk karşılayan birlik değil. Ancak yaptığı keşifte bu durumu tespit ediyor ve birliğiyle düşmanı sahil şeridine geri püskürtüyor (bu olay hatıralarından sıkça anlatılan, kaçan askerlere “asker kaçmaz, cephanesi bile bitse süngü takar savaşır. biz düşmanla savaşıp ölene kadar arkamızdan yeni askerler gelir” dediği hatırasıdır). Bu birlikler yoluna devam etseydi, boğazı koruyan tabyalarımızın ardına sarkmış olacaklardı ki bu durumda boğazın kara çıkarmasının ilk gününde geçilmesine sebebiyet verebilirdi. M.Kemal, aslında böyle bir yetkisi olmamasına rağmen, cephe komutanından onay gelmeden inisiyatif kullanıyor ve doğru hamleyi yapıyor.
    • İkinci olarak kara savaşının sonunda düşman yarımadanın kuzeyine büyük bir çıkarma yapıyor. Çıkarmanın boyutunu anlatmak için şöyle bir bilgi vereyim: bu çıkarma için 200 nakliye gemisi kullanıyorlar! Kuzeyi savunan komutan çıkarmayı karşılamak için isteksiz davranıyor. 8 ay süren kara savaşının sonları ve asker bir hayli yorgun. Görev M.Kemal’e teklif ediliyor. M.Kemal, komuta gücünü (birlik sayısını) arttırarak düşmanı karşılıyor ve tekrar sahile püskürtüyor. Bu başarısı dolayısıyla da Anafartalar Kahramanı payesi kendisine veriliyor. Yine bu da savaşın kaderini değiştiren ikinci hamlesidir.
  • Liman Paşa, hatıratında önemli ölçüde, dönemin Hariciye Nazırı (en üst askeri rütbe) Enver Paşa ile arasındaki yazışma ve çekişmelere yer veriyor. Dolayısıyla ikinci önemli karakter olan Enver Paşa’yı da listeme ekliyorum.
  • Çanakkale savaşında iki alternatif savunma stratejisi uygulanabilirdi. Birincisi düşman yarımadanın içine çekilerek savaşılabilirdi. İkincisi ise düşmanı sahile hapsetme stratejisidir. İlki olsaydı kayıplarımız daha az olurdu belki ancak, yarımadanın üçgen şeklinden dolayı düşman gemileri sürekli daralan cephede deniz ateşi desteği ile kademe kademe ilerlerdi. Türk ordusu ikinci stratejiyi seçerek ateşten gömleği giymiştir. Sahilde düşman ile çarpışırken bir taraftan da gemilerden üzerlerine bomba yağıyordu. Bu şekilde düşmanı ne karadan ne de boğazdan canları pahasına geçirmediler. Onlara çok şey borçluyuz. Savunma yapmamıza rağmen kaybımız düşmanınkine yaklaştı (yaklaşık 250.000)
  • Çanakkale savaşı 1.Dünya Savaşının süresini değiştiren bir savaştır. Savaş başlamadan önce bu savaşın 8-10 haftada biteceği hesabı yapılıyordu. Eğer müttefikler Çanakkale’yi geçebilselerdi, Rusya’ya yardım ulaştıracak ve Almanya’yı iki güçlü ateş arasında çembere alarak belki de savaşı ikinci yılın sonunda bitireceklerdi. Çanakkale’den geçemeyince savaş 4 yıla uzadı! Bir başka hipotez de şu ki, eğer Çanakkale geçilseydi, muhtemelen Rusya Bolşevik devrimi olmayacak yahut çok daha geç olacaktı. Bu da dünya 20. yüzyıl siyasetini değiştirecekti. Kim bilir!

100 Soruda Dünya Savaşı – Doç. Dr. Ali Satan

100-soruda-dunya-savasi

Çanakkale ile ilgili yeterli malumata sahip olduktan sonra, 1. Dünya Savaşı’nda savaştığımız diğer cepheleri bilmeden Çanakkale’yi de tam olarak anlayamayacağıma kanaat getirdim. Bu sebeple Ali Satan’ın 100 Soruda Dünya Savaşı isimli eserini okudum. Bu kitap diğer cephelerimizi de işin içine katarak bana geniş perspektifi hakkıyla sundu. Bu kitaptan öğrendiklerim:

  • 1.Dünya Savaşının hemen başında iki çılgın cephe harekatına girişiyoruz. Birincisi olan, Sarıkamış harekatı kış ortasında ve binbir yetersizlikler içinde Enver paşa komutasında yapılıyor. Liman Von Sanders bu harekatın planlarını inceleyince Enver Paşa’ya başarının imkansız olduğunu, orduyu geçirecek ne yol ne de araç bulunmadığını söyleyince, Enver Paşa imalı bir şekilde “Hindistan’a kadar gideceğini”! söylüyor (önceki kitaptan). Sonuç, büyük bir bozgun. İkincisi Kanal (Süveyş) Harekatı. Yine binbir zorluk ve imkansızlık içinde ordumuzun çölü geçip, İngiliz’lerin binbir teşkilatla savunduğu kanalı alma hayali kursağımızda kalıyor. İki sefer yapılıyor. Başrollerde ordunun kurmay başkanı General Von Kress. Ordu komutanı Cemal Paşa.
  • Güney’de Irak cephemizde Kut’ül Amare de İngiliz ordusunu kuşatmaya alıp, yoğun savaşlar neticesinde teslim alıyoruz. Bu pek duyulmamış zafer, 1.Dünya Savaşında Osmanlı’nın Çanakkale dışında kazandığı ikinci en büyük zaferdir. İngiltere’nin son 300 yılda aldığı en büyük 3. büyük mağlubiyettir. Yaklaşık 12.000 kişilik İngiliz ordusu, generalinde erine kadar teslim olmuştur.
  • Güney’de Filistin cephesinde çok yoğun çatışmalar oluyor. Bugünkü, Gazze, Batı Şeria gibi bölgelerde binlerce şehit bırakıyoruz.
  • Cephelerin tamamında Türk ordusu büyük yoksunlukla mücadele ederken, Galiçya’ya (bugün Doğu Avrupa) Alman-Avusturya ordusuna takviye birlikler gönderiyor. Üstelik de imajımız bozulmasın diye, diğer cephelerden en gözde birlikleri buraya sevk ediyoruz!
  • Osmanlı 1. Dünya Savaşında yaklaşık 10 cephede savaşıyor. Savaşın sonunda askerlerdeki bıkkınlık o dereceye varıyor ki, güney cephemiz yarılıp da ordumuz geri çekilirken, ordudaki kayıp-kaçak sayısı ordunun yarısına yaklaşıyor.

Zeytindağı – Falih Rıfkı Atay

zeytindagi-falihrifkiatay

3. kitabım dönemin ruh haline ve güney cephemize ayna tutmak için Falih Rıfkı’nın Zeytindağı oldu. Falih Rıfkı, savaşa Suriye’de konumlanmış birliklerimizin başında bulunan Cemal Paşa’nın kalem subayı olarak giriyor. Falih Rıfkı iyi bir yazar ve kitabından dönem ve bölgenin buram buram kokusu yayılıyor.

  • Cemal Paşa, Arap’ları sıkı bir yönetimle Osmanlı’ya isyan ettirmeme amacını güdüyor. Arap dünyasında kısa sürede hatırı sayılır bir kötü şöhrete ulaşıyor. Bugün dahi Arap’larda devam eden Türk düşmanlığının tohumlarını ekiyor.
  • Kitaptan ayrıca İttihat ve Terakki’nin meşhur 3 yöneticisi (Enver, Cemal ve Talat Paşalar) ve birbirleri ile ilişileri hakkında önemli bilgiler ediniyorum.

Bu kitaplar ve paralel okumlarımla, Çanakkale ve 1. Dünya Savaşı aklımda yerli yerine oturuyordu, ancak hemen öncesindeki Balkan Harbi’ni bilmemek, ve sonrasındaki efsanevi İstiklal Savaşı’mızı hakkıyla öğrenmemek tarihsel süreci kavrayamamam demekti. Bu sebeple, Balkan Harbi günlerini, o dönemdeki bir Alman gazetecinin İstanbul’daki anılarını anlattığı İstanbul’da Savaş Günleri isimli eserden okudum.

İstanbul’da Savaş Günleri – Wilhelm Feldmann

istanbulda-savas-gunleri

Çanakkale’de boğazları geçirmemek için 250.000 vatan evladını feda ettik ama gel gör ki öncesinde boğazlar ve İstanbul yabancıların yol geçen hanı olmuş durumda. Büyük güçlerin (İngiliz, Alman, Fransız ve Rus) gemileri zaten sürekli olarak burada ve dokunulmaz statüde.

Balkan savaşında Bulgarlar Çatalca’ya kadar geliyor. Bulgarlar’ın İstanbul’a girip yağmalama yapacağından korkan Avrupa devletleri, derhal askeri gemilerini İstanbul’a yollayarak kendi tebalarının güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Gelenlerde kim yok ki! Tam 24 gemi askeri personeli ile geliyor. Ekabirler zaten başı çekiyor da, Yunanistan’dan Romanya’ya, İtalyasından bilmem kimine yok yok.

Yunanlılar Selanik’i alıyor. Osmanlı’nın üç-beş gemisi gidip bizimkilere destek vermesin diye Yunan donanması Çanakkale boğazını kapatıyor iyi mi! Daha özgürlüğünü yeni kazanmış Yunan donanması, 600 yıllık Osmanlı’yı Marmara’ya hapsedebiliyor! Kısacası çöküş öncesi halimiz perişan.

Şu Çılgın Türkler – Turgut Özakman

cilgin-turkler

Eh, dünya savaşı öncesi hakkında fikir sahibi olduk, sıra sonrasındaki istiklal mücadelemizde. İstiklalSavaşı için ise ne zamandır okuma planımda olan Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler”  kitabı hastanın ayağına gelen doktor gibiydi. Kazım Karabekir’in anılarının bir bölümünden derlenen “Paşaların Hesaplaşması” bana dönem içinden çok önemli pencereler açtı, vizyon kazandırdı.

Bu kitaplar bana dönemin ana karakterleri olan; M. Kemal Paşa, İsmet Paşa, Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak, son padişah Vahdettin, Enver Paşa ve diğer kişilerin mizaçları, davranışları, dünya görüşleri ve ilişkileri hakkında çok şey anlattı. Adeta onları çok daha yakından tanıyordum. Hal böyle olunca da, öncesinde ve sonrasında yaptıkları ve söyledikleri çok daha anlamlı oldu, kopukluk kayboldu.

Paşaların Hesaplaşması – Kazım Karabekir

pasalarin-hesaplasmasi

Örneğin çoğumuzun hafızasında Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklal Savaşı ile lider olduğu fikri vardır. Halbuki Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılı sonu itibarı ile Osmanlı’daki 1 numaralı isimdir. Bu dönemde yazdığı telgrafların altına bazen “Yaver-i Şehriyari” (padişahın yaveri, bir nevi padişahtan sonraki ilk adam iması), bazan da “Mülga edilmiş (Dağıtılmış) Yıldırım Ordular Grubu Komutanı”  şeklinde imza atmıştır. Osmanlı’da en yüksek askeri rütbe Harbiye Nazırlığı (Bakanı) dır. Savaş zamanında padişahtan sonraki en büyük güç bu mevkideki kişidedir. Bu kişi 1. Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa idi. Savaşın kaybedilmesi ile, İttihat ve Terakki liderleri ile birlikte yurttan kaçtı. Osmanlıda hiçbir dönemde kalıcı olarak ordular grubu kurulmamıştır. En yüksek asker en fazla ordu komutanı olabilir. 1. Dünya Savaşında Almanların fikri ile güney ceplemizde Yıldırım ordular grubu kuruldu, başkanlığına önce sabık Alman Genel Kurmay başkanı Falkenhayn getirildi. Ondan bu görevi birkaç aylığına Liman von Sanders aldı ve o da görevi Mustafa Kemal Paşa’ya devretti. Yani Mustafa Kemal Paşa, Harbiye nazırının kaçtığı bir dönemde, askeri olarak en rütbeli kişidir. Yine aynı dönemdeki bir başka telgrafında İstanbul’da yeni bir hükümet kurulmasını ve kimlerin bakan yapılacağını dikte etmiştir.

Yine İstanbul hükumeti ordumuzun Çukurova kuzeyine çekilmesini emrettiği halde, daha isabetli bir şekilde Halep’in kuzeyinde Humus yakınlarında durmuş ve bugünkü sınırlarımızı fiili olarak sağlamıştır. Tüm bu bulgular, Mustafa Kemal’in henüz İstiklal Savaşı başlamadan “tek adam” olduğunu gösteriyor. Zaten İstiklal Savaşında tüm komutanların ona biat etmesinin de sebebi budur. Emrinde çok daha fazla kuvvet olan Kazım Karabekir, bu sebeplerle “Emrinizdeyim Paşam” demiştir.

Küçük Ağa – Tarık Buğra

Şu Çılgın Türkler kitabı, ana karakterler yanında; dönemin aydınları, İstanbul Hükumeti, düşmanlar, kahraman askerlerimiz, fedakar anadolu kadınları ve halkını hakkıyla tanıttı. Ancak halkın fikriyatı ve geçiş döneminin buhranlarını bana hissettiren eser Tarık Buğra’nın muhteşem eseri “Küçük Ağa” idi. Tarık Buğra, bu romanı ile en sevdiğim yazarlar listesine girdi.

Küçük Ağa’nın çocukluğumdan hatırladığım harika bir dizisi vardı. TRT’nin çektiği ve Yeşilçam’ın en az 15 ünlü aktörünün rol aldığı harika diziyi, kitap ile simültane şekilde AlkışlarlaYaşıyorum.com sitesinden seyrettim. Serüvenin tadı damaklarımdaydı.

Sürgünde Üç Ölüm – Emir Şekip Arslan

surgunde-uc-arslan

Kahramanlık, bağımsızlık, zafer, herşey harika gidiyordu. Ancak bir de önceki dönemin müessiri olup yeni dönemde tüm bunların dışında kalan İttihat ve Terakki ve üç lideri; Enver, Talat ve Cemal paşalar vardı. Bu kişiler hakkında intibam pek iyi değildi ancak hatalarıyla bu vatana çok şey kaybettirenleri tanımak, en azından benzer hataları farketmemi sağlayarak bana fayda sağlayamaz mıydı? Bu duygularla öncelikle dönem içinden ve bu “mahşerin üç atlısı” nı birebir tanıyan Emir Şekip Arslan’ın Sürgünde Üç Ölüm adlı anı eserini okudum. Evet birçok hata yapmışlardı, ama yeni dönemin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tüm bu hataları ve sonuçlarını görmüş, bu tecrübe ile sağlam temeller üzerine yeni bir ülke kurabilmişlerdi. Yaptıkları hatalar bir yana, bu üç lider de hayatlarını bu ülke uğruna harcamış ve feda etmişlerdi.

Emin Şekip Arslan, Arap kökenli bir Osmanlı milliyetçisi. Kişilerin ve olayların sadece tanığı değil, bizzat görev almış bir ileri gelen. Kitabında özellikle Enver, Talat ve Cemal paşaların sürgünde yaşadıkları ile ilgili detay bilgiler ve çok nadir fotoğraflar bulunuyor. Ancak kitabın baskısının eski olduğunu ve sadece kütüphane yahut saraflarda bulunabileceğini eklemem gerekiyor.

Elveda Güzel Vatanım – Ahmet Ümit

Serüven’in sonu geldi artık gibi düşünürken, son bomba Ahmet Ümit’in son kitabı ile karşıma çıktı. Elveda Güzel Vatanım. Bu güzel serüvene, güzel bir edebi final çok yakıştı doğrusu. Meşrutiyet’ten başlayan ve Cumhuriyet ile son bulan yirmi yıllık bir süreci, titiz bir araştırma ile, yenilenin, yani bir İttihat ve Terakki mensubunun gözünden anlatmak, çok zorlu fakat bir o kadar da verimli ve kıymetliydi.

9 ayda 9 kitapla bir dönem okuması serüvenim böylece nihayet buldu. Elveda güzel serüvenim.

Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *