İnsan karakteri nasıl şekil alır? Aile, çevre, toplum, coğrafya… Elbette her biri insan ruhunun kıvrımlarında iz bırakır. Travmalar, korkular, hayal kırıklıkları ve umutlar; bazen bir dost eli, bazen yakın bir kayıp… Hepsi bir araya gelir ve insan denilen o ham maddeyi yoğurur.. Kadim kültürlerde insanın çamura benzetilmesi boşuna değildir. Çünkü çamur, şekil almaya müsaittir ama biçim kazanması zaman ve süreç ister, biraz da baskı.. Tıpkı bir kalıba basılan çamur gibi, insan sadece doğduğu evde değil; o evin durduğu topraklarda da biçimlenir. Coğrafya bir çerçeve değil, bir yoğurucu eller bütünüdür. Bekir Coşkun, “Karadenizli” başlıklı yazısında, coğrafyanın insanı nasıl şekillendirdiğini anlatırken aslında sadece Karadeniz’i değil, dünya üzerindeki tüm engebeli hayatları tarif ediyordu:
Dağlık, ormanlık alanların insanları daha serttir… Daha savaşçı, daha kavgacı ve daha inatçıdır hırçın doğanın insanları…
Engebeler sanki insanlara kimlik olmuş, içlerine gizlenmiştir…
Sorular zordur…
Yanıtlar sivri…
Arazi düzleştikçe kimlik yumuşar giderek… Çöl ortamında insanların toleransları fazladır… Yüzler değişkendir…
Çünkü dağ insanı; arkasına hırçın doğayı alıp direnebilir…
Ama çöl insanının kaçacak yeri yoktur, sığınacağı tek yer kendi yüzünün arkasıdır, gelene ağam, gidene paşam..
Bu cümleler, sadece Karadenizli için değil, Norveçli için, Japon köylüsü için, İsviçre Alplerindeki bir çoban için de geçerli olabilir. Çünkü sert coğrafya, insanın ruhunu törpüler. Hayatta kalmak, emek vermekle mümkündür. Zor hava koşulları, azalan kaynaklar, dik yamaçlar… bunların hepsi çalışkanlığı, sabrı, dayanıklılığı mecbur kılar. O insanlar plan yapmayı öğrenir, zamanı verimli kullanmayı öğrenir. Çünkü doğa hatayı affetmez.
Öte yandan ova insanı, rüzgârı daha yumuşak hisseder. Toprak daha verimlidir. Gölgesi daha serindir. Ova insanı işini de, ilişkisini de “kolaylık” üzerine kurar. Bu bir yergi değil, bir gözlemdir. Coğrafyanın insan üzerindeki etkisidir.
Avrupa’nın Kuzeyi ve Disiplinin Coğrafi Kökleri
İskandinavya’nın uzun kış geceleri, güneşi az gören kentleri, halkını içe dönük ama düzenli bir yaşama yöneltmiştir. Evler küçüktür ama tertemizdir. İşe gitmek kar yağsa da aksatılmaz. Bu iklim, insanlara “önlem almayı”, “hazırlıklı olmayı”, dolayısıyla disiplinli yaşamayı öğretir.
Aynı şekilde İsviçre’nin dağ köylerinde dakiklik ve planlama bir lüks değil, hayatta kalma aracıdır. Japonya’nın dağ köylerinde olduğu gibi, zorluklar nesiller boyunca bir karakter inşa etmiştir.
Eğitimde Bilgi Değil, Alışkanlık Kalıcıdır
Bir çocuğa yüzlerce formül öğretebilirsiniz, ama onu sabah erken kalkmaya alıştırmadıysanız, hayat onun için hep düzensiz kalacaktır. Bu yüzden okul dediğimiz yapının tek görevi bilgi vermek değildir. Japon okullarında sabah ilk iş temizliktir; çünkü emek vermek öğrenilmelidir. Alman eğitim sisteminde ödevler aksatılmaz; çünkü zaman yönetimi bir karakter unsurudur.
Bugün ebeveyn olarak çocuklarımız için aradığımız şey artık sadece “bilgi” değil, yaşam tarzı kazandıran bir ortam olmalı. Soğuk, sert, zorlu coğrafyaların insanı nasıl güçlü kıldıysa, çocuklarımızı da planlı, disiplinli, sade ama kararlı bireyler hâline getirecek ortamlar seçmeliyiz.
Leave a Reply